Üyesi olduğumuz Türkiye Yazarlar Birliği’nin düzenlediği etkinliklerin “Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri” başta olmak üzere birçoğunda görevli veya katılımcı olduğumdan bu vesilelerle meslekî bilgilerimi tazelerken, diğer yandan kültürel anlamda birikimimin de arttığını söyleyebilirim.
Kuruluşumuzun 35. Yıldönümü münasebetiyle düzenlenen kültür seyahatinde ilk gençlik yıllarımda Halit Arapoğlu’nun seslendirdiği “sevda yüklü kervanlar senin kapından geçer, aşk şarabın içenler yârin derdine düşer” türküsünün mısraları aklıma düşünce yazımıza başlık yapıverdim.
“Kervan” kelimesi sözlüklerde eskiden at, katır ve deve ile yapılan seyahat olarak belirtilmiş olsa da hayalimde kervanların en yücesi Peygamberimizin hicret kervanıdır ki, inanç ve düşünce bağlamında beni etkileyen bir olaydır. Kervanların sadece Hac zamanı oluşmadığının altını çizerken kervan ile birlikte kervanın ulaşımının güvenilir şekilde sağlanmasından sorumlu ‘kervancıbaşı’ kelimesi de kültürümüze girmiştir.
Konuyu dağıtmadan yaptığımız gönüllü seyahatin adının “Kültür Kervanı” olmasından dolayı aklıma geliverenleri sıralamak istedim. Üstadımız Necip Fazıl Kısakürek ‘Kervan’ şiirinde “Yedi renkli Peygamber kuşağının altında, Kervanım yola çıktı, öncüsü kır atında”… diyor.
Kültür ile kervan kelimesinin ortak özelliği nedir sorusuna cevabımızın karşılığı ne olabilir? Bu noktada kültür kelimesine yüklenen anlama bir göz atmamız gerekmektedir. Kültür, “Bir toplumun tarihi süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür.” Bir başka ifade ile söyleyecek olursak; “Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur, onu diğer toplumlardan farklı kılan yaşayış ve düşünüş tarzıdır.”
Pir Sultan Abdal;
Seher vakti kalkan kervan
İniler de zarilenir
Bir güzele düşen gönül
Çiçeklenir korulanır
Mısralarıyla yazımıza renk katarken, 6 Mayıs 2013 Pazartesi günü Ankara’da Türkiye Yazarlar Birliği genel merkezi önünden dualarla birlikte ardımızdan dökülen bir sürahi su ile yola revan olduk.
Uzun ve meşakkatli bir seyahat olduğunu bilerek sabır ve hoşgörümüzün doruklarda yaşanması için dualarımızı yaparken, dostlarımızı üzmemek adına ilk kalkış anındaki gecikmelerimizi de hoşgörüyle karşılayıp önemsemedik. Genel Başkan İbrahim Ulvi Yavuz’un etkinliklere vaktinde katıldığını bildiğimizden, gecikmesinin sağlık nedenlerinden olduğunu öğrendiğimizde şifa dileklerimizi otobüsteki yerinde biraz nefeslendikten sonra iletmeyi uygun bulduk.
İlk durağımız Aksaray Üniversitesi. Ankara’da öğrencilik yıllarından aşina olduğumuz Rektör Prof. Dr. Mustafa Acar’ın sıcak ve içten karşılamasıyla ev sahibi olduğumuzu görüp, oğlum Muhammed Furkan’ın mezun olduğu üniversitenin fizikî değişimini müşahede etmiş oldum.
Üniversite kampüs ve müştemilatındaki gelişmelerde yönetim kadrosunun düşünce ve değerlere bakışlarını gören gözler fark ediyor. Öğrencilerin etkinlik yapılan salonu doldurmaları şair ve yazarlarımıza şevk verdi.
Ankara çıkışında, Dr. Mehmet Sılay’ın çıkınından Beypazarı mamulü nefis yaprak sarmalarını “Tansiyon ayarlayıcısı geldi” diyerek ikram etmesi tebessüme neden olurken Aksaray’dan Hatay’a doğru yola çıktığımızda otobüsümüzde şarkı, türkü ve fıkralar birbiri ardından geliyordu. Mehmet Sılay’ın fıkra anlatırken yöre ağzıyla mimik ve jestlerinden gülme krizine gireceğinden korktuğum şair İbrahim Eryiğit’in “Estağfurullah” dedirten fıkraları da yolculuğumuza renk kattı.
Aksaray sonrasında Adana otobanından Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi misafirhanesine gece yarısına doğru ulaştık. Vedat Güneş, İbrahim Eryiğit ve Sami Terzi ile birlikte Hatay’ın lezzeti künefeyi dondurmayla yediğimizi ifşa etsek sakınca olmaz değil mi?
Habib-i Neccar Camiinde kılacağımız sabah namazı için uyandığımızda şoförlerimizin yorgunluğunu göz önüne alarak uyandırmaktan vazgeçildi ve en yakın cami tarifi alınarak “uyduk hazır olan imama” diyerek tekbirlerimizi aldık. Namaz bitiminde yorgun yataklarının soğumasını istememiş olacaklar ki misafirhaneye dönerken, Ferhat Koç, Fatih Uğurlu ve A. Vahap Akbaş’la Habib-i Neccar Camii’ne gitme tercihimizi bir kardeşimiz arabasıyla misafirperverlik örneği gösterdiğinden duamızı almıştı.
Habib-i Neccar’la ilgili bilgiyi görevli imamın ağzından dinledik. Yasin Suresinde anlatılan olayın Antakya’da geçtiğini ve ayetlerde bahsedilen şahsın Habib-i Neccar olduğu rivayetini anlatırken ihtiyatlı bir dil kullanması dikkat çekiciydi. Konuyla ilgili geniş bilgileri Hatay araştırmalarıyla tanınmış yazar Mehmet Tekin’in kitaplarından öğrendik. Günün ağarmasıyla esnafın da dükkânlarını açtıkları Asi nehri kenarında paça çorbasının tadına bakmayı ihmal etmedik.
Mustafa Kemal Üniversitesi Tayfur Sökmen Kampüsünde yapılacak olan okur-yazar buluşması, şiir ve imza günü yanında D. Mehmet Doğan ile Mehmet Sılay’ın yapacakları sunum için salona gittiğimizde her yazara bir öğrenci görevlendirerek bizlerle yakın ilgilenen öğretim görevlilerini tebrik ettik. Öğrencilerin ilgilerinin fazla olduğu programda Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü öğrencilerini de görünce gezi süresinde dağıtacağım kitapların tamamını ücretsiz olarak dağıttım. Özellikle barış sürecine denk gelen günler ve “akil adamlar” ın kamuoyunda sıklıkla yer aldığı coğrafyada “makul adamlar” olarak bulunduğumuzu ifade etmekte zorlandık. Zira bizim programımız hükümetin “Çözüm Paketinden” aylar önce planlanmıştı. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde öğrenimine devam eden Mardin doğumlu Kürt kızı Cihan’ın barış süreci hakkında kafasında yer alan istifhamlara cevap vermeye gayret ederken gözlerindeki umut ışığını yakaladım.
Gaziantep’e doğru yola koyulduğumuzda otobüste günün değerlendirmeleri yapılırken şarkı ve türkülerin yanında fıkralar garnitür olarak servis ediliyordu. Ertesi gün Gaziantep Üniversitesi’nin Kültür Merkezi’ndeki toplantımızda Yazarlar Birliği Gaziantep Şube Başkanımız Mehmet Zirek’in özel okulundan gelen öğrencilerin çoğunlukta olduğu salonda D. Mehmet Doğan’ın “Uzaktaki Yakın: Kaşgar” başlıklı, görüntülerle renklendirdiği konferansta verdiği bilgiler zihinlere nakşederken ders kitaplarından aklımızda kalan kırıntıları da çöpe atıverdik.
Gidilen her ilde Yönetim Kurulu Üyemiz Fatih Gökdağ’ın sorumluluğunda açılan “TYB nin 35. Yıl Fotoğraf Sergisi” ni sergide Türkiye Yazarlar Birliği’nin kuruluşundan bugüne kadar yaptığı etkinliklerden önemli kareler yer alırken bugün hayatta olmayan birçok dostumuzu da bu vesile ile yâd etmiştik. Kardelen Derneği Başkanı Şükrü Can’ın etkinlik yapılacak salonda gerekli düzenlemelerle görevli olduğunu hatırlatmış olalım. Kervanımızda Şanlıurfalı isimler arasında Mehmet Atilla Maraş bizimle Ankara’dan yola çıkarken, Mehmet Kurtoğlu ve Mehmet Oymak işlerinin yoğunluğu nedeniyle Şanlıurfa programımızda bizlere katılacaklarını beyan etmişlerdi.
İkindi vaktinde girdiğimiz şehirde İbrahimî havayı ciğerlerimizde hissederken Balıklı Göl civarındaki “Makam-ı İbrahim”de kılınan namaz sonrası Sıtkı Aloğlu’nun işlettiği mekânda içtiğimiz çayların tadı damağımızda kalırken sohbetin ardından şehrin güzelliklerini görmek için kalp ve tansiyon hastalığımıza da dikkat ederek tepelere doğru çıktık.
Burada M. Atilla Maraş’ın kardeşi Abdülkadir Maraş’la sohbetimizin konusu güvercinlere yönelikti. Çocukluğumun Ankara’sında kuş besleyen ve onları uçuran birçok arkadaşımızın güvercin merakından mesleksiz kaldıklarını bilenlerdenim. Bu güvercin tutkusunun bu kardeşimizde de hastalık derecesinde bulunduğunu müşahede ettim. Tepeleri tırmandıkça güvercinlerin kanat çırpışlarının arttığını gören Abdülkadir Maraş’ın kalp atışlarındaki artışı da hissediyor, onun konuşmasına ayak verirken bu kadarını nereden bildiğimi o bana soruyordu. Taklacı, paçalı, perçemli, çıplak, kınalı, yabik gibi kuşlarla ilgili kavramları sıraladığımda Altındağ’ın teneke çatılı evlerinin daha sonra kiremitlerle süslenen damlarında dolaşan Arnavut çocuklarını hayal ettim. Kuşçuluğun Şanlıurfa’da ne denli önemli olduğunu, güvercin tutkusunun hastalık derecesinde bağımlılarının bulunduğunu daha önceden duymuştum, seyahatimizde beni gezdiren bir ‘kuşbaz’ın olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Tarifi zor, emeği çok, seyrinin de büyüleyici olduğunu bildiğim güvercinin Şanlıurfa’nın kültürel yapısına işlediğini gayet iyi bilenlerden olduğum için Abdülkadir Maraş’ı da en iyi anlayanlardan biriydim. Kuşlarla ilgili çekilen belgesel filmde rol aldığını söyleyen Maraş’ın evinin yerinde devasa binalar inşa edildiğini anlatırken üzüldüğünü ama ilk fırsatta tekrar bir gecekondu kiralayarak bu işe devam edeceğini söylerken yüzünün ifadelerini görmenizi isterdim. “Havadaki kuşun sahibi olmaz” ı bir kez daha burada zikrederken güvercin beslemenin bir zararını görmediğini, hatta kötü düşüncelerden uzak kaldığının altını çizen arkadaşımızla kuş dışında bir konumuz olmamıştı.
Türkiye Yazarlar Birliği şubemiz ile GAP İdaresi Başkanlığı’nca düzenlenen akşam etkinliğimiz için “Çift Mağara” tercih edilmişti. Şanlıurfa da çiğ köftesiz sıra gecesi olmaz diyorsunuz değil mi? Olmaz elbette. Ancak bizim bildiğimiz türkülü şarkılı, eğlenceli gece yerine Şube Başkanı Cuma Ağaç’ın hoş geldiniz konuşmasında yaptığı açıklamada sıra gecesinin bilinenden farklı olarak uygulanacağı işaretinden sonra beklentimiz de zorunlu değişti. GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil ve Vali Celalettin Güvenç’in de aramızda bulunması ve “Misafir, umduğunu değil bulduğunu” diyerek sıra gecemizi normal bir geceye, çiğ köftemizi de Ankara’da İbrahim Halil Çelik’in elinden Faik Güngör’ün mekânına erteledik.
Balıklara gece yem atarak günü fotoğraflarla anılara bağlayıp, yol yorgunluğumuzla yattığımız yeri beğenmiştik. Harran Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Salonunda yapılan etkinlikte Kemal Edip Kürkçüoğlu’nu Yusuf Turan Günaydın ve Mehmet Kurtoğlu’nun sunuşları ile öğrenirken öğrencilerin yazar arkadaşlara ilgisi dikkat çekiciydi. GAP İdaresi Başkanlığının onurumuza verdiği öğle yemeğinde yöresel lezzetlerin tadına bakarken, kültürel zenginliklerini de İl Kültür Müdürlüğü bahçesinde fazlasıyla tatmış olduk.
“Yola çıktım Mardin’e, düştüm senin derdine” türküsünü Mehmet Sılay’ın terennümü ile güzergâhımız üzerinde bulunan Eyyub Nebi Beldesi’ni de ziyaret ettik. Mardin girişinde Artuklu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Beyhan Kanter ve arkadaşları karşıladı. Akşam yemeği sonrası otele yerleştik. Artuklu Üniversitesi Vali Kılıçlar Konferans Salonu’nda icra edeceğimiz etkinlik öncesinde şehir turunu fizikî şartlar gereği yaya yaptık. Grubun değişik mekânlarda arada bir buluşması Cuma namazlarımızı değişik camilerde kılmış olmamız anılarımızda farklılıklar arz etse de öğle yemeğimizi Mimarlık Fakültesi’nde heyet olarak yedik.
Beyhan Kanter’in Ankara İlahiyat Fakültesi mezunu babasının döneminden hiçbir arkadaşının olmamasına üzüldüğünü belirttiğinde Fatih Uğurlu ve Ferhat Koç’un Oktay Ağabeyimden söz etmelerinde gözleri dolarak “Kücet” soyadını hatırladığını söyledi. Rahmetli ağabeyimin vefatında 14 yaşında olduğunu ve babasının o günlerde çok üzüldüğünü söyleyen Beyhan Kanter’in ilk gençlik yıllarında hafızasında yer ettiğini, unutmadığı birisi olarak kaldığını söylemesi beni de duygulandırdı. Babasıyla görüşerek benden söz ettiğinde Bayhan’a “Artık senin Ankara’da bir amcan var” dediğimde onun da gözleri dolmuştu. Kim derdi ki “Kültür Kervanı” yola çıkacak ve Oktay ağabeyimin sınıf arkadaşı Elazığ’da yayımlanan Bizim Külliye dergisinden aşina olduğumuz Necati Kanter’in kızıyla tanışacağız. İnanın aklımın ucundan dahi geçmezdi.
Düzenlenen programın adının “Ankara’dan Siirt’e Kültür Kervanı” olması programın Ankara’dan başlayıp Siirt’te nihayetleneceği anlamına gelmediğini yaşayarak gördük. Mardin’den Siirt’e geçtiğimizde daha Diyarbakır, Adıyaman ve Kahramanmaraş etkinliklerimiz vardı sırada. Yağmurun bardaktan boşanırcasına yağdığı gece Siirt /Tillo’daydık. Ayakkabıları girişte çıkararak yerleştiğimiz binada ev ortamında gibi rahat etmiş, yataklaımıza gömülmüştük.
Sabahın ilk ışıklarıyla bahçede bir at fark ettim. Gecelediğimiz mekânın yanında Erzurumlu İbrahim Hakkı hazretleri ve şeyhi İsmail Fakirullah’ın türbesini ziyaret ettikten sonra otobüste günün konusu Erzurumlu Ahmet Fidan ile TRT Erzurum Müdürü Salih Lütfü Şengül oluverdi. Erzurumlu olup da, İbrahim Hakkı hazretlerini gece gelir gelmez neden ziyaret etmediklerini sorguladık.
Siirt programımız Veysel Karanî etkinlikleriyle birleştirilmişti. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç da katılmış, Veysel Karanî Türbesi’ni ziyaret ettik. Yağmur nedeniyle etkinliğimiz için hazırlanan mekânda fazla duramadık ve Bitlis’e hareket ettik.
Arkadaşımız Mehmet Ali Abakay’ın medeni cesaretini tebrik ederek Diyarbakır faslına geçmek istiyorum. Mardin’de verdikleri konserin repertuarını Diyarbakır’da da tekrarlayan TRT İstanbul Radyosu Tasavvuf Musikisi Topluluğu konseri dışında, Sezai Karakoç’la 80 Yıl panelinde Karakoç’un değişik yönleri ele alındı. Diyarbakır’a ayrılan torpilli ikinci günde ise, Muhsin Mete’nin oturum başkanı olduğu “Yeni Mecralar, Edebiyat, Sinema, Televizyon, İnternet, Uyarlama ve Diziler” panelinde Yusuf Kaplan, İsmail Güneş, Ömer Erdem ve Bülent Sönmez konuşmacıydı.
Diyarbakır caddelerinde dolaşırken Diyarbakır Ulu Camii’ni sorduğum kişinin, hoş bir tevafuk Ulu Cami İmam-Hatibi olduğunu anladıktan sonra restore edilen camiye özel kapılardan geçerek imtiyazlı hale geldiğimizi de burada belirtmekte yarar var.
Adıyaman’a ulaştığımızda gece yarısını yakalamıştık. Haliyle akşam yemeğimizi mide ve diğer organlarımızın dinleneceği bir zaman diliminde yemek zorunda kaldık. Hazmına yardımcı olmak adına Vedat Güneş ve İbrahim Eryiğit ile otelin önündeki caddede volta atarken hatıralarımızı gecenin derinliklerine bıraktık.
“Kendinizi Güncelleyin” başlığıyla verdiğim kişisel gelişim seminerini Adıyaman Halk Eğitim salonunu dolduran öğretmenlere verdikten sonra Belediye Başkanı ile şehir turuna çıkan arkadaşlarımıza katıldık. Adıyamanlıların heyecanı bizlee de sirayet etti.
Adıyaman’da Eyüp Sultan hazretleri gibi değer verilen sahabe Safvan b. Muattal’ın kabrini de ziyaret ettikten sonra Kahramanmaraş’a geçtik. Sütçü İmam Üniversitesi Cahit Zarifoğlu Konferans Salonu’nda Bahaddin Karakoç’la hasret giderirken, Abdürrahim Karakoç, Şevket Bulut ve Kadir Tanır’ı da anmış olduk. İbrahim Eryiğit’in arkadaşı, hüsn-ü hat üstadı Muzaffer Kaplan’ın evinde Vedat Güneş ve beni de misafir etmesi, hediye olarak “Edep Ya Hu” levhasını takdimi gezimin en değerli hediyesi oldu.
Kervanımıza Ankara’dan başlayıp Siirt’te ara verdikten sonra Kahramanmaraş bölümünde uçağa atlayıp gelen Fatih Uğurlu’nun centilmenliğini de unutmadık. Ev sahipliği görevini bihakkın yerine getirdiğine şahit oldum. Kahramanmaraş’ı kuş bakışı “Teras” dan seyretmenin yanında, dondurma, pul biber ve fıstık ezmesini de unutmadık. Ankara’ya gece yarısı Kayseri üzerinden döndüğümüzde ezanlar saba makamında okunmaya başlanmıştı. Otobüsten inmeden yapılan son konuşmaların duygu ve helallik dilemeli olduğu dikkatlerden kaçmazken bir başka etkinlikte birlikte olabilmek için yapılan dualara da gönülden “âmin” sedaları yükseliyordu.
(*) Türkiye Yazarlar Birliği’nin 35.Yılında yazar, şair ve tefekkür adamlarıyla yaptığımız ANKARA’DAN SİİRT’E KÜLTÜR KERVANI yolculuğundan notlar.
Yorum Yap