Eleman Aranıyor

Yenal, gözlüğünü düzeltip iyice eğilip gazetedeki ‘Eleman Aranıyor’ ilanını okurken sevinmiş, hayale bile dalmıştı. Annesi işi olmadığı için kimsenin kapısına gidip zilini çalıp kız isteyemiyordu. Kadıncağız, oğlunun evlilik işinden söz açıldığında “İşi gücü yok, ülkenin ekonomisi düzelince kapanan iş kapıları yakında açılacakmış” diyerek kendine teselli verirken komşularının moral bozmasına izin vermezdi. Yenal’ın hayali gerçek olacaktı. Aranılan vasıflar onda vardı. İlan metnini tane tane annesine okuduktan sonra dışarı çıktı. İlk durağı mahallenin neşeli berberi Turgay oldu. Koltuk boştu. Bir iki selam ve kelamdan sonra boynundan aşağı sarkan açık mavi renk saten örtüyü takıp, “Saçlar bayağı uzamış, nasıl keselim?” diyen Turgay’a “İş başvurusu yapacağım da” ona uygun bir saç modeli olsun diyemezdi. Çünkü böyle şeylerin sonuçlanana kadar kimseye söylenmeyeceğini annesinden duymuştu. Maazallah nazar değer iş tam olacakken olmaz derdi. O sebeple Yenal, “Abi saçlar bunalttı biraz. Şöyle kafayı hafifletelim” dedi.

Berber dükkânlarında siyaset vazgeçilmez konuydu. Bir önceki akşam televizyonlarda yapılan tartışmaların değerlendirilir, ofsayttan atılan gol üzerine bir saat konuşulurken spor yorumcularını geride bırakırlardı. Saç ve sakal tıraşı süresince berbere gelip giden veya arka sıradaki sandalyede sırasını bekleyenlerin de dâhil olduğu sıcak ve samimi sohbet Turgay berberin “Sıhhatler olsun” sözüyle nihayetlenince Yenal koltuktan kalkmıştı. Cam kenarında duran üst temizleme fırçasını kapan berberin çırağının üzerine yapışan saç kıllarını temizlemesinden sonra diğer müşteriler de sırayla Yenal’ı sağlıklı olması için tebrik etmişlerdi.

Eve gelip duş aldıktan sonra, iş görüşmelerine gittiğinde giydiği lacivert takımını dolaptan çıkarıp, ütüledi. Bu defa çok dikkatli olmalıydı. Geçen sefer tam iş olacaktı ki, pantolonunun ütüsüz olmasını bahane edip işe almamışlardı. İşte bu nedenle çok dikkatli olmalı, hiç bir noksan bırakmamalıydı. Pantolon jilet gibi olmalıydı. Öyle de yaptı.

Kapıdan çıkarken annesi bildiği ne kadar dua varsa kıpır kıpır okuyup ‘Maşallah’ dedikten sonra yüzüne de tükürmüş, Yenal’a de dua ederek gitmesi gerektiğini tembihlemişti.

Yazılı adrese ulaştığında kalbinin göğsünden kuş gibi kanatlanıp uçacağını zannetmişti. Aklından “Acaba olacak mı? Olmayacak mı?” diye geçirirken zile bastı. Kapıyı açan adama “Gazetedeki ilanınızı…” cümlesini bitirmeden;

– Geç, geç patron içerde…

Sıkılarak içeri geçti. Oturan adamın patron olduğunu masasının büyüklüğünden anlamıştı. Ne de olsa tecrübe konuşuyordu. O güne kadar birçok yerde böylesi iş görüşmelerinde bulunduğundan patron masası ve koltuklarının ihtişamından patronları hemen tanıyıveriyordu. Aynı fabrikanın mahsulleri gibi standartları vardı. Hemen hepsinde kocaman bir göbek ve kalın ense olmazsa olmazlarıydı. Karşısındaki adam standart dışı değildi.

Adam, hoş geldin demeden direkt mevzuya girer:

– Ne iş yaparsın?

Yenal sıkılarak:

– Efendim şimdiye kadar hiçbir işte çalışmadım. Fakülteyi bitireli iki sene oldu, halen boş geziyorum.

– Fakülte mezunu olduğuna göre yabancı dilin nasıl?

– Okullarda öğrettikleri kadarını biliyorum.

– Kaç lisan biliyorsun?

– Efendim ülkemizde malumunuz okullarda bir lisan öğretmeye çalışıyorlar ama yıllardır maalesef onu da iyi öğretemiyorlar.

– Yahu bana ne okuldaki lisandan. Ben fakültedeki ve okullarda öğrettiklerini değil senin kaç dil bildiğini öğrenmek istiyorum.

– Bir dil biliyorum sayılır.

– Şoför ehliyetin var mı?

– Sürücü belgesi mi efendim?

– He, he yeni adı da pek güzel canım. Hani şu kırk beş saniyede verdikleri sürücü belgesini diyorum.

– Var efendim var… Lazım olur diye beş yıl evvel almıştım. Ve gördüğünüz gibi kısmet bugüneymiş. Arkadaşların çoğu ne yapacaksın ehliyeti araban bile yok diyorlardı bak şimdi iş görüşmemizde faydası oldu.

– Demek ehliyet var, ama bugüne kadar hiç araba kullanmadın?

– Eh, birazcık sürüyorum. Kursta öğretmişlerdi.

– Bilgisayar kullanmasını biliyor musun?

– Evet efendim. Lazım olur diye annemin zoruyla bilgisayar kursuna katılmıştım. Belgem de var.

– Belgeyi boş ver, kullanabiliyor musun?

– Ne mümkün efendim, kursta altmış kişiye bir bilgisayar düşüyordu. Bir arıza yaptı mı bekle dur. Ama nasıl çalıştığını ve ülkemize bilgisayarı ilk kimlerin getirdiğini biliyorum…“Fazla uzatmadan cevap ver” uyarısından sonra adam sorulara devam ediyordu:

– Muhasebe bilir misin?

– Biraz anlarım efendim, okuldayken yaz tatillerinde bir muhasebecinin yanında çalışıyordum. Hep ileride lazım olur düşüncesiyle, bu günler için efendim.

– Güzel, resimden anlar mısın?

– Boş vakti olur da insan hiç resimden anlamaz mı efendim? Her gün sergileri dolaşıyorum. Seyrede seyrede iyi bir ressam kadar oldum sayılırım.

Yenal’ın yanakları trafik lambasının kırmızı ışığı gibi olmuştu. Sorusunu beklemeden;

– Sizin eviniz var mı?

– Var.

– Bahçesi var mı?

– Var.

– Bahçede toprağın cinsi nasıl?

– Neden sordun? Ne yapacaksın bahçemi? Sen ziraatçı mısın?

– Tuğla imalatından da anlarım da, saydığınız işlerden arta kalan zamanlarımda da şirketinizin adına tuğla ocağı kuralım, orada çalışırım.

– Ne biçim konuşuyorsun sen? Dalga mı geçiyorsun?

Yenal, adamın masasının üzerindeki mermer kalemliği aldığı gibi patronun kafasına indirdi ve “Askerliğimi sıhhiye olarak yaptım, ama başını sarmayacağım, kusura bakma” deyip dışarı çıkar.

PAYLAŞ?

Yorum Yap

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.