Jean Iris Murdoch İngiltere’de büyüdüğü ve orada yaşadığı halde kendini daima “İngiliz-İrlandalı” olarak tanımlamış bir edebiyatçıdır. Onun roman kurgusunu inceleyen İngiliz eleştirmenler, romanlarının neredeyse hepsinin İngiltere’de yazıldığını ve ağırlıklı olarak İngiliz geleneklerine atıfta bulunulduğuna işaret edip, bu nedenle İngiliz romancı olarak algılanması gerektiği savunurlar. Murdoch İrlanda’dan ayrıldıktan sonra, sadece birkaç defa ülkesini ziyaret etmişti. Buna rağmen, Irıs Murdoch, hayatı boyunca “Anglo-İrlandalı” geçmişiyle her zaman gurur duymuş ve kendisini salt “İngiliz” olarak tanımlamamıştır.
15 Temmuz 1919’da İrlandalı bir annenin ve İngiliz bir babanın tek çocuğu olarak Dublin’de doğan Murdoch, dokuz yaşından itibaren yazmaya başlamış. Eğitimlerinin ardından 1938’de Komünist Parti’ye giren klasik edebiyat diplomalı yazar 1940’larda Londra’ya yerleşip Ekonomi Bakanlığında çalışırken komünistlerin siyasî tutumlarını yakından müşahede ettiğinde hayal kırıklığına uğramış ve partiden ayrılmıştır. Daha sonra Birleşmiş Milletler mülteci kamplarında görev aldığında Avusturya’da Sartre ve Simone de Beauvoir ile tanışmasıyla felsefeye ve özel olarak da varoluşçuluğa yönelmiştir.
1954’te ilk romanını yayınladıktan sonra 1956 yılında eleştirmen ve Oxford Üniversitesi İngilizce profesörü olan John Bayley ile evlendi. 70’li yıllardan itibaren felsefe yazıları yazmaya yönelen Murdoch kendi kitaplarının adını dahi hatırlamadığında takvimler 1997 senesini gösteriyordu. “Çok kötü, sessiz ve karanlık bir yerde olmak” şeklinde kendi durumunu tanımlayan Murdoch, 8 Şubat 1999’da Oxford’da Alzheimer hastalığından dolayı ölmüştür.
Edebiyat dünyasında dikkat çeken Murdoch psikolojik temaların yer aldığı dedektif romanı olan ilk kitabında, sonraki bütün romanlarında da görülecek olan varoluşçu felsefenin izlerini göstermiştir. 60’lı yıllardan itibaren hemen her yıl bir kitap üreten Murdoch zamanının en üretken yazarları arasında sayılır. Onun roman kahramanları genellikle varoluşçu felsefecilerin ürettiği tiplerdir. Yani varoluşuyla ve hayatlarıyla uyumsuz, sanatçı ya da sanatçı ruhlu, başarısız, hem kendileriyle hem de çevrelerindeki insanlarla sorunlu kişileri anlatmıştır. Hemen her kitabında psikolojik gerilim unsurlarını ya da psikolojik diğer ögeleri kullanan yazarın romanlarında bu temalara bağlı olarak umutsuzluk ve ironi derinden işlenirken kara mizah örnekleri sürekli kendini hissettirir.
Romanın kurgusal yapısı üzerinde ya da dil üzerinde oyunlara girişmez, ancak şaşırtmacalarla ve belirsizliği çok iyi kullanmasıyla sürekli okuru uyanık tutmayı başarmış Murdoch, olayların gelişimini merak ettirir, satır aralarında okur için sürprizler hiçbir zaman bitmez. Her defasında okuru kendi kurguladığı sonuçların çok ötesinde sonuçlara götürerek amiyâne tabirimizi hoş görünüz: ters köşe yapar.
Teorik ve felsefî metinlerde kaleme alan Murdoch, felsefeci olarak bu alandaki çalışmalarında da önemli bir yazar olduğunu göstermiştir. 1982 yılında ABD Sanat ve Bilimler Akademisi onur üyeliğine seçilmiş, 1987’de Birleşik Krallık tarafından Dame (hanımefendi) unvanına layık görülmüştür.
Modern insanın iletişimsizlik, yalnızlık ve yabancılaşma sorunlarını, yabancılaşmanın sevgisiz, içtensiz, yapay ve kırılgan ilişkilerden kaynaklandığını savunan Murdoch, fertlerin sağlıklı ve uzun süreli ilişkilerinin sevmek ve başkalarını içtenlikle dikkate almakla olabileceğini belirtir; hayal, rastlantı, ihtimal ve sevginin oluşmasında etkili ve yardımcı kavramlara gerek olduğunu vurgularken bu yardımcı kavramların içtenlikle aktifleştirilmesinin, çağdaş insanın yabancılaşmasının önüne geçebileceğine dikkat çeker. Eserlerinde verdiği mesaj sarihtir: gerçekten uzak, yanılsamalar dünyasında sevgisiz ve sonuçsuz ilişkilerle zaman kaybeden modern bireyler, fizikî açıdan gelişse de ruhen olgunlaşamazlar ve bu eksiklik bireyleri varoluş değerlerine, yaşadıkları topluma ve kendilerine karşı soğutur, uzaklaştırır ve yabancılaştırır. Murdoch eserlerindeki karakterlerin yaşadığı gelişim süreçleriyle masaya yatırılmakta ve sevginin oluşmasını sağlayan, içtenlik, dikkat, samimiyet, sadakat, hoşgörü ve fedakârlık gibi kavramların yaşatılmasıyla olumlu sonuçlar elde edilebileceğini vurgulanmaktadır. Opera şarkıcısı bir anne ve devlet memuru bir babanın tek çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtığı Dublin’den bir yaşındayken ayrılan Murdoch, eli kalem tuttuğu süre boyunca hayatına yirmi altı roman, sekiz felsefe kitabı ve sekiz de tiyatro oyunu sığdırmış. Atom bombasını, toplama kamplarını, katliamları görmüştür. Murdoch’un tek tarihi romanı 1916’da Dublin’de geçen “Kırmızı ve Yeşil” de, İngiliz-İrlanda ailesinin birkaç üyesini içeren ve karmaşık bir anlatı dokusunu tarihî olaylar ile destekleyen bir dramadır. Karakterler kurgusal olmasına rağmen, metnin her tarafında yazarın kendi kimliğinin birçok ipuçlarına rastlamak mümkündür diyerek muhtelif yayınevlerinin Türkçe basımını yaptığı kitaplarına şöyle bir göz atalım diyorum: Ağ, Çan, Melekler Zamanı, Kumdan Kale, Tek Boynuzlu At, İtalyan Kız, Kesik Bir Baş, İkilem, Rüya Sakinleri, Kara Prens.
Yorum Yap