Şehir yazarlarının çoğu bir şehri tanımanın en kestirme yolunun o şehrin sokaklarında kaybolmak olduğunda hemfikirdir. Ülkemizde gitmediğim şehir kalmadı. Yurt içi ve yurt dışı seyahatlerimiz görev icabı gidildiğinde protokol çerçevesinde olduğundan gidilen yerle ilgili olarak bilgilenmemiz dışişleri bakanlığının elimize tutuşturduğu seyahat dosyasında bilgilerden ibarettir. Ancak sanırım cehaletimizden gelen cesaretimizle lisan bilmeden hal diliyle kaybolmayı göze alabiliyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Tarım-Orman Çalışanları Sendikası Akademi eğitim programını İstanbul’da yapacaklarını ve konuşmacı olmamızı istediklerini söylediklerinde çok sevindim. Sevdiğim ama uzun zamandır gidemediğim İstanbul’a kavuşacaktım. Üç seneye dayanan eve kapanma sonrası Cumhurbaşkanlığı Millet Kütüphanesi uzmanı Ayhan Bozkurt’un yol arkadaşlığımızı kabul etmesiyle “Yediğiniz içtiğiniz sizin olsun, gördüğünüz, gezdiğiniz yerleri anlatın” denir ya işte öyle yapalım dedik.
Karayolundan yolculuğumuz devam ederken Düzce’de Zonguldak yön tabelasını görür görmez Ereğlili yol arkadaşımın çocukluğunun geçtiği baba ocağına direksiyonu çevirince arkadaşımın gözlerindeki ışıltı artmış yüzünde gülücükler çoğalmıştı. Her sohbetinde çok sevdiğini söylediği İsmail Tak ağabeyi ile bu mutluluğunu paylaşmayı ihmal etmedi. Ona semaveri ateşlemesini söyledikten sonra annesini aramasını söyledim. Kadıncağıza hal ve hatır sorduktan sonra selam ile telefonu kapatırken geleceğimizi söylememişti. İlk durağımız Erdemir’den emekli yaşıtım İsmail beyle ilk tanışıklığımız olmasına rağmen sohbetimizde uzun yıllardır tanışıklığımız olan birisinden ayrılır burukluğu yaşadıktan sonra Ayhan’ın yetişip büyüdüğü evlerine uğradık. Sıla-ı rahim niyetiyle dualarını aldığımız anne ve babasının ardımızdan yaptıkları duayı hissederek yol üzerindeki Akçakoca iskelesinde açlığımızı balık ile bastırmıştık. Akşam Çengelköy’de gençlerle buluşmamızda Çınaraltı’nda boğaz köprüsü görüntülü gecenin bir yarısına kadar süren sohbet sonrası Haliç kıyısındaki Miniatürk yakınında bir dostumuzun otelinde istirahate çekildik.
Ertesi gün sabah Sarıyer’deki Hâkim Evi’ndeki eğitimimiz sonrası arabamızı kaldığımız otelin parkına bıraktık. Sırt çantalarımız ve rahat kıyafetlerimizle ilk ziyaretimizi İstanbul’un yed-i emini Hz. Eyüb’el Ensarî ile görüşmeyle başlattık. 86 yıl sonra yeniden cami olarak hizmete açılan Ayasofya’ya geldiğimizde öğle ezanı okunmuştu. Sultanahmet Meydanı civarındaki kalabalıkla başlayan polis bariyerlerini aşma çabamız sonuçsuz kalınca Ayasofya’nın ziyaretçilerinin çıkış kapısına yöneliverdik. Görevliye kurum kimliklerimizi gösterip işlerimizin yoğun olduğu bahanesiyle Ayasofya Camii’ne giriverdik. İçeride ziyaretçilerin laubali halleri ve şamatalarından kılınan namazda huşu bulamayıp edasıyla yetindiğimizi buradan itiraf ediyorum.
Ayasofya, İstanbul’da yapılmış en büyük Bizans kilisesi olup, İstanbul’un 1453 yılında fethi ile Fatih tarafından camiye çevrilmiş ve tahribata uğratılmadan bakım ve onarımlarla günümüze kadar korunmuştur. Cumhurbaşkanlığı Kararı ile diğer camiler gibi Diyanet İşleri Başkanlığı’na devredilerek cami statüsüne dönmüştür.
Gülhane Parkı, Sirkeci, Eminönü, Galata Köprüsü üzerinden Karaköy’de teşehhüt miktarı oyalanıp Tünel’den Beyoğlu’na adım atar atmaz Bizans İmparatorluğu döneminde, Galata semtinin Ceneviz kolonisi olduğu 14. yüzyıl ortalarında, Cenevizliler tarafından, Galata surlarının bir parçası olarak inşa edilen Galata Kulesi civarında oyalandık. Beyoğlu denilince akıllara gelen İstiklal Caddesi yürüyüşümüzde meşhur Saray Muhallebicisi’nde dinlenme faslından sonra yolumuz Taksim’e çıktı. Mimarlığını Şefik Birkiye ve Selim Dalaman’ın yaptığı 28 Mayıs 2021 Cuma namazı sonrası Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ibadete açtığı Taksim Camii’nde ikindi namazımızı geciktirmeden eda ettik.
Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığından bu yana ‘gözde projesi’ ve onun başbakanlığı döneminde planlanan ilk halinden çok daha büyük bir alanda inşa edilen Caminin hat yazıları Hattat Davut Bektaş ve Nakkaş Âdem Turan’a ait caminin giriş kubbesi göbek yazısında İhlas, giriş kubbesinde ise Ayet-el Kürsi dikkatimizi çekti.
Atatürk Kültür Merkezi’nin eski haliyle örtüşen dış görüntüsünü seyredip hemen köşe başındaki dolmuş ile Beşiktaş’a intikal ediverdik. Fanatik bir Beşiktaşlı olan yol arkadaşımın arzusunu kırmayıp Ankaragücü sevgimizin baki olduğu vurgusuyla çarşının ortasındaki kartal heykeli önünde poz verdik.
Çırağan Sarayı karşısında, Yahya Efendi Tekkesi ziyaretimiz akşama denk geldi. Külliyenin içinde mutasavvıf Yahya Efendi‘ye ait türbe ve haziresinde II. Abdülhamid‘in yakınlarının kabirleri olduğunu öğrendik. Akşam namazını huzur içinde eda ettikten sonra bahçesine çıkıp boğazı temaşa ile kedilerle hasbihale geçiverdik. İçeride Yahya Efendi’den başka 11 kişiye ait sanduka var. Türbe ve tekkenin etrafının ona komşu olmak isteyen sevenlerinin mezarları ile dolmuş.
Kanuni Sultan Süleyman’ın sütkardeşi Yahya Efendi’nin Nakşibendi tarikatına müntesip olduğu kaynaklarda geçiyor. İstanbul’da en çok ziyaret edilen makamlardan olduğu ifade edilen tekkenin Yahya Efendi’den sonra devam ettirildiği, tekke müştemilâtından ayakta kalabilmiş bölümlerde son postnişin Şeyh Abdülhay Öztoprak Efendi’nin vefatına kadar ikamet ettiği de söylenmektedir.
İçimizdeki manevî doygunluğu kaybetmeden Beşiktaş merkezinde açlığımızı giderip Üsküdar’a vapur ile geçerken günümüz dolu dolu yaşadığımızdan mutluluğumuzu birbirimize ifade ederek kısa süren deniz seyahatimizi de sonlandırıp sahile yakın bir mekânda sohbetimize bir gün öncesinden kalan yerden devam ediverdik.
Ertesi günün sabahında kahvaltı sonrası yola revan olurken tercihimizi otoban yerine Şile, Ağva, Kandıra olarak belirlemiştik bile. Ancak ilk durağımız yol arkadaşımın uzun süre görev yaptığı Özyeğin Üniversitesi Kütüphanesi oldu. Burada meslektaşları ile yudumladığımız kahvelerimizle kırk yıllık dostluğa başladığımızda gençlerle bu kadar süre görüşemeyeceğimi söylemedim. Vedalaşma sonrası Şile, Ağva ve Kandıra’nın tabiat güzelliklerini insan unsuruyla buluşturup Ankara otobanında kaybettiğimiz zamanı telafi edici yolculuk sonrası salimen ulaşmıştık.
Soruyorum İstanbul’da kaybolan var mıdır?
Yorum Yap